Bilindiği gibi ülkemizin 4. büyük gölü olan Eğirdir Gölü’nde 1950’li yılların başından itibaren kapsamlı limnolojik çalışmalar yapılmaktadır. Kısacası Eğirdir Gölü uzun yıllardan beri adeta doğal bir limnoloji laboratuvarı olarak görev yapmaktadır. Ülkemiz için büyük öneme sahip olan gölün içme suyu kaynağı ve ekolojik değerleri bakımından sürdürülebilirliğini sağlamak için üzerinde uzun yıllardır bilimsel araştırma yapılmış, projeler yürütülmüştür.
Son günlerde, yerel ve ulusal bazı basın ve yayın organlarında, Eğirdir Gölü’nün güncel durumu ve sorunları konusunda bazı bilgilendirilmelerin yapıldığı izlenmektedir. Fakültemiz tarafından 2020 yılında hazırlanan Eğirdir Gölü ve Sorunları: Limnolojik Rapor ile yine fakültemiz öğretim elamanları ve SDÜ. Su Enstitüsü ile birlikte yapılan “Eğirdir ve Kovada Göllerinin Sürdürülebilir Yönetim Modelinin Geliştirilmesi” projesi kapsamında önemli tespitler yapılmış, kısa, orta ve uzun vadeli olmak üzere son derece kapsamlı öneriler ilgili kurumlara sunulmuştur.
Kısaca güncel gelişmeler değerlendirilecek olursa;
Göldeki su seviyesinin alçalması su kalitesini, canlıları ve ekosistem dinamiklerini doğrudan etkilemektedir. Özellikle Eğirdir Gölü gibi sığ göllerde su seviyesinin istikrarlı olması ekosistemin de istikrarlı olması anlamına gelmektedir. Yani mevsime bağlı olmayan büyük ölçekli seviye değişimleri gölün ekolojisinde önemli sorunlara yol açabilmektedir. Eğirdir Gölü’nde 2018 yılından bu yana yağış rejimindeki değişim ve su kullanımındaki artış nedeniyle ortaya çıkan sığlaşmanın gölün ekosistemi üzerinde kısa ve uzun erimli etkilerinin olması kaçınılmazdır.
Günümüzde gölün ortalama derinliğinin 4 m’ye kadar düşmesi ve neredeyse üçte bir alanının 2 m’den daha sığ olması, dalgaların da etkisiyle, taban çamurunun göl suyuna karışmasına neden olmaktadır. Bu etki, suyun Askıda Katı Madde (AKM) yükünü arttırarak günlerce süren bir bulanıklığa sebep olmaktadır. Bu durum, içme suyu kalitesinde düşüş, arıtımın zorlaşması ve sıcaklık artışına katkı şeklinde yansımaktadır. Bununla birlikte ekosistem işleyişindeki bazı mikro ve makro türler de olumsuz yönde etkilenmekte, hatta su bitkilerinin ölmesini hızlandırmaktadır.
Oluşan bulanıklık artışı fitoplankton-su bitkisi dengesini değiştirebilecektir. Su bitkileri ve su içerisindeki objelere tutunan alglerin (perifiton) yeterince gelişememesi durumunda fitoplankton (özellikle siyanobakteri) gelişiminde büyük artışlar görülebilecektir. Göldeki bitkisel üretimin plankton lehine değişmesi durumunda sık sık alg patlaması dediğimiz olgu yaşanacaktır.
Gölün su seviyesinin hızlı düşmesi sualtı bitki yoğunluğunda artmaya, saz-kamış gibi bitkilerin ise kıyıda (kuruda) kalmasına neden olmuştur. Ancak ilerleyen süreçte, sığlaşmanın daha da artmasıyla saz-kamış gibi bitkilerin yeniden gölün içlerine kadar sokulmasının önü açılacaktır. Böylece göl, açıksu alanlarını kaybedecek, su aynası daralacak ve büyük oranda bir sazlık ortamına dönüşecektir.
Bir göldeki sualtı bitkilerin aşırı artması bazı sazangillerin lehine olmasına karşın, aslında sudak gibi açıksu seven türlerin aleyhine olmaktadır. Eğirdir Gölü’nde açıksu (pelajik) bölgesinin iyice daralması muhtemelen derin su seven türlerin azalışına neden olmuştur. Gölün normal seviyesine dönmemesi veya daha da sığlaşması durumunda ise avlanabilir balık stoklarının daha da azalması kaçınılmazdır. Bu sığlaşma etkisi, görece soğuk suları seven kerevitler üzerinde de olumsuz etki yapacaktır.
Eğirdir Gölü’nün sorunları, uzun yıllardan günümüzde bakanlık, TÜBİTAK, üniversiteler, çeşitli kamu ve özel sektör kuruluşları tarafından desteklenen projelerde detaylıca araştırılmış, bilimsel komisyonlarca onlarca öneri içeren kapsamlı sonuç raporları ortaya konmuş, birçok kez bilimsel ve idari yöneticilerin katıldığı toplantılarda dile getirilmiş ve defaatle çözüm önerileri sunulmuştur.
Özetle gölün son durumu;- Gölün su bütçesi, göl ekosistemi aleyhine bozulmuştur. Günümüzdeki iklimsel değişimlere bağlı olarak yeraltı ve yüzey suyunu besleyen yağmur ve kar yağışındaki görece azalma, gölün su bütçesinin iyileşmesine yönelik iyimser bir projeksiyon göstermemektedir. Yağış miktarında azalmaya rağmen gölü besleyen kaynakların kullanımında kısıtlamaya yönelik her hangi bir önlemin alınmayışı günümüzdeki sorunların oluşmasına neden olmuştur.
- Gölün 30.07.2024 tarihi itibari ile kotu 914,40 ve ortalama derinliği 4 m’ye düşmüştür. Ölçülen değerler DSİ su alma düzeyi olan 914,62’nin de altındadır (Şekil 1). Ancak DSİ hala açık kanallarda ve denetimsiz olarak göl suyunu bahçelere vermeye devam etmektedir.
- Sığlaşma nedeniyle AKM ve bulanıklık değerinde artma görülmektedir. Bu durum organik madde birikimi ve zararlı siyanobakteri patlamasına, dolayısıyla içme suyu olma niteliğinin azalmasına, genel su kalitesinde kötüleşme ve trofik düzeyde artışa (ileri ötrofikasyon) neden olabilecektir.
- Su hacminin azalmasıyla birlikte göldeki kirletici (ağır metal, pestisit, tuzluluk gibi) ve nütriyent (azot, fosfor vb.) konsantrasyonlarında artış beklenebilir
- Göl suyunun ortalama sıcaklığındaki artış nedeniyle, sudak gibi soğuksu balıkları ve kerevit stoklarında düşüş hızlanabilecektir. Derinlik azalması sonucu yaşam alanı daralan pelajik bölge balıklarının stoklarında düşüş görülebilecektir.
- Son günlerde göl çevresinde yoğunlaştığı gözlenen su bitkisi gelişimi, gölün su seviyesindeki azalmaya bağlı olarak gelişen ve beklenen bir sürecin sonucudur. Söz konusu durumun bu yönde gelişebileceği yukarıda söz geçen rapor ve proje sonuç raporunda öngörülmüştür.
- Son günlerde gölün bazı kıyısal bölgelerindeki su bitkilerinin özel geliştirilen makineler ile hasat edilmesi, anlık bir çözüm yöntemi gibi görülebilir. Fakat sığlaşan bir gölün bitkilenmesi kaçınılmazdır. Ancak bilimsel alt yapıdan yoksun olan bu uygulamanın göl ekosistemine kısa süre içerinde daha fazla olumsuz etki yaratabileceği de dikkate alınmalıdır. Bu değişimler gölün estetik değeri ve rekreasyonel özelliğini kaybetmesine neden olabilecektir.
- Gölün asıl sorunu su bütçesinin aşırı açık vermesidir. Bunun sebepleri, başta gölü besleyen akarsuların göle ulaşamaması, yoğun yeraltı suyu kullanımı ve azalan yöndeki yağış rejimine bağlı olarak gölü besleyen kaynakların kurumasıdır.
- Gölün limnolojisindeki bozulma, sıklıkla küresel iklim krizi ve olumsuz yönde değişen yağış rejimine bağlanmaktadır. Bununla birlikte, bilimsel verilere göre, bozulma üzerindeki en büyük etken su kaybına bağlı sığlaşmadır.
Bu değerlendirmeler ışığında, gün geçtikçe artan su temini ihtiyacı ve küresel iklim değişiminin bir yansıması olarak yağış-buharlaşma dengesindeki negatif kayıplar göz önüne alındığında; resmi olarak minimum işletme kotu olan 914,62 m seviyesinin göl ekosisteminin sürekliliğini koruma bakımından çok düşük olacağı; Eğirdir Gölü ekosistemin devamlılığını sağlamak açısından “diğer önlemler ile beraber” minimum işletme kotunun 916 m’den aşağıya düşürülmemesi önerilmektedir.